“NÜKLEER ENERJİ” NEYE BENZER !?..
10 Kasım 2007 Dallandırıp budaklandırmadan şöyle bir benzetme ile dalalım konuya.. Sofradasınız ve karnınız aç ! .. Önünüze bir tabak koydular. Şef garson geldi ve anlatmaya başladı.. “Sevgili ve de çok değerli velinimetimiz, müşterimiz.. Siz olmazsanız biz de yokuz.. Başımızın tacı, oy avcılarının ilacısınız.. Size bugün çok değişik bir yiyecek sunacağım. Acıkmışsınız farkındayım.. Hani bu yemek sizi doyurur deseem, yalan söylemiş olurum. 20-30 porsiyon yemelisiniz ki karnınız doysun. Bir tane atıştırmak açlığınızı bastırır deseem, yine doğru olmaz !. Çünkü şimdi vereceğiniz siparişi en erken 10 yılda getirip koyabileceğim önünüze.. Yani bu yiyeceğin şimdiki açlığınıza hiç faydası yok iken, on yıl sonrasına da ancak bir küçük lokma kadar katkısı var..
“Peygamber soyundanım, sabırlıyım, on yıl da olsa beklerim” derseniz, dostça bir hatırlatma daha yapmalıyım ki; bu lokma, yediklerinizin en pahalısı olacaktır maalesef.. Öyle bir fırında pişiyor ki, yakıtı da, ocağı da, yapısı da ateş pahası.. Hatta öyle bir fırın ki bu, 25-30 yıl ancak dayanır ateşe.. İşe yaramaz hale gelince de “sökelim artık, yıkıntı atıklarını da yok edelim !” demeniz yapım masrafını en az beşe katlamakta.. Hani hesap önünüze konduğunda şaşırmayın diye söylüyorum…
Kazara ilk insanlar nükleer santral kuraymış, hala çöpleri ile başımız beladaymış üstelik.. Yani parası ile de, binlerce, milyonlarca yıl geçmeden kurtulunmaz bu beladan...” Şimdi; “Haydi efendi git başımdan, benimle dalga geçme. Sunduğun şeye bak !.. Yemesem neyim eksilir ?” demeyiniz lütfen.. Bu nükleer lokmayı İzmir lokmasından çok sevenlerin söylediklerini duysanız şaşarsınız..
Bu açıklamaların ardından karnınızı doyurmak için başka lokanta aramalıydınız elbet.. Ama kendince haksız da sayılmazdı açık yürekli biraz da safça garson.. Doğrusu ben de, bugüne kadar bir “ölüme çare” olduğunu işitmedim desem yeridir nükleer santrallerin. Bazı münafıklar “Ne çaresi ? O, ölümün bizzat kendisi” deseler de aldırmasak mı ne ? Malum; “biz Türk’lere bir şey olmaz !..” Her derde deva, bilime şifa, ordulara güç kuvvet, vatana dirlik düzenlik demekte büyüklerimiz.. Geciktiğimize çok hayıflanmaktalar. Hatta eskilere basbayağı kızmakta, yeni türeme muhaliflere de kafa tutmaktalar..
Efendim, büyüklerin dediklerine göre bu mübarek lokmayı yediniz mi mahallenin dayısı olmaktaymışsınız artık. Bu hevesle bazı cengaverler Voltran’ın gücü sanıp dört elle sarılmaktalar bu nükleer lokmaya, önünü arkasını düşünmeden.. Yukarı mahallenin dayıları ile daha geçenlerde yaptığınız, altına da devlet mührü bastığınız anlaşmalar elinizi kolunuzu bağlamakta, sizin bir tırnak makası bile taşımanıza mani olmaktaysa da aldırmayın derim.. Dayılık dayılıktır. İlk dayağı yiyene kadar afrası tafrası yeter adama.. “Ben duydum.. Sen silah üreteceksin. Bak okurum canına !..” denilen bir komşumuzun sırf bu yüzden başına gelenler demek ki hoş gelir birilerine ?..
Yok tırnak makasını daima ben bileyeceğim, yok daha iyi kesme yöntemlerini ancak ben geliştirebilirim. Sen ancak benim gözetimimde, makas kullanırken aldığın nefesin bile hesabını bana vereceksin diyorlarsa da yine aldırmayın. Bu makas elinize çok yakışacaktır !.. Başkasının makası ile caka satmanın üstüne yoktur.. “Bağımlılık artıyor !” diyenlere tıkayın kulaklarınızı.. Şeytanın avukatlığını bırakıp diğer yandan bakarsak da manzara şu : “Bir kısım !” bilimsel cemaatin, tıbbi amaçlar ve araştırma niyetine mevcudu geliştirmekle yetinmeyip 1000 MW’lık santrallerin borazancılığına soyunmaları anlaşılır gibi değil. Sanki teknoloji açığımız ancak büyüğü ile kapanacak.. Artık sevinsinler sevinmeye de, Allah kazanın nükleerinden saklasın bilim severleri..
Öne sürülen “istihdam” yemine kandıysanız, kapıcı, şoför, sekreter misali eş dost varsa çevrenizde, yabancı uzmanlardan yer kalırsa işe aldırabilirsiniz santralde.. Şimdiden girin bir siyasi tanıdığın talep kuyruğuna derim.. İş iştir.. Allah korusun yepyeni, gıcır gıcır teknolojiye rağmen bir kazadır oldu diyelim. “Görmezden geliniz canım !” derlerse de mümkün olmuyormuş görmemek.. Soyulan derilerden delinen böbreklere, lime lime organlara kadar yan etkisi bol bir lokma derler nükleer santraller için.. Torba değil ki büzesin, derler işte.. Kanserin nerdeyse her çeşidi ondan sorulurmuş.. Örneğin bir görünmedik kaza sonucu, Karadeniz’linin hayatını karartan tiroid, akciğer kanseri ve anemi başta olmak üzere.. Biz Çernobil’e kafayı takmışken, meğer irili ufaklı yüzlerce kaza hasıraltı edilmekteymiş dünyada. Çernobil’in ikiz kardeşi ise, her an patlamaya hazır vaziyette sınırımıza 16 km mesafede Ermenistan’da imiş..
Bu konuda kör ve sağırları oynamakta imişiz yıllardır.. Allah korusun kazası, ülkemizde en az on milyon kişiyi etkileyecek bu kırık çıkık santral için telaşlanmazken, üç beş bin megavatlık yepisyeni santrallerimizi dert etmek işgüzarlıktır demekte sanki nükleer severler.. Su kaynaklarının azalma endişesinin hayati boyutlara ulaştığı şu günlerde, bir nükleer santralin tükettiği su ve sırf kendisi içim kurulması gereken barajlardan haberiniz olmayabilir. Kullanılmış suyun tekrar doğaya verilmesinin hangi dengeleri bozacağı ve hangi sağlık sorunlarına neden olacağı henüz bilinmemektedir. Fakat tarıma ayrılan suyu kısıtladığı Fransa’da yaşanmış, bu yüzden bazı santraller kapatılmış ve acele çareler aranmaya başlamıştır. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.. En az on yıl sonra tadına bakabileceğimiz, onca yılın sonunda daha da küçülecek bu lokma için bir daha düşünmemiz gerekmez mi ? Yani bugün %3-5 denilen o gün toplam enerji ihtiyacımızın ancak %1’ine karşılık gelecek olan nükleer üretim için, üstelik katlanmak yada göze almak zorunda olduğumuz bunca risk varken şöyle demek geçmez mi aklımızdan ?..
“Var git garson kardeş kaldır şu ne menedir belirsiz lokmayı masadan. Adını bile sil yemek listenden.. Allahın güneşi, rüzgarı jeotermali, güldür güldür akan suyu, denizinin akıntısı, dalgası, toprağının enerjisi varken, bize nükleeri dayatma !.. Hatta akıllanıp, üretim ve yaşam alışkanlıklarımızı gözden geçirmemiz halinde, şimdikinin en fazla yarısı ile gül gibi yaşama ve kalkınma şansı varken, kim soktu bu fikri senin aklına ki bana da yedirmeye çalışıyorsun ?.. ”
Yemez efendim, aklı başında hiçbir müşteri yemez bu küçücük lokmayı. Ve de yemeyecektir ülkemin sağduyusuna, sezgisine ve zekasına güvendiğim vatandaşları.. Bilirsiniz, belli bir yaştan yada geçirdiğiniz önemli bir hastalıktan sonra sigorta şirketleri müşteri olmanızı istemez, yada anasının nikahını talep eder anlaşma yapmak için.. Arabanız iki üç kez kaza geçirmişse yine avuç dolusu prim talep eder yada tümden reddederler sigortalamayı.. Onlar açısından akıllıca da olur doğrusu. Çünkü artık “risk” çok yükselmiştir.. Ödeme yapma olasılıkları da çok yükselmiştir beraberinde.. Risklerinin yani “tehlike” olasılığının dev boyutları yüzünden tüm dünya sigorta şirketlerinin nükleer santralleri sigorta etmekten kaçınmasından, yada yapım bedelleri kadar prim talep etmesinden bile kuşkuya düşmeyen nükleer severlere diyecek yok..
Derlermiş ki: “Atıkları gömmeyi dert etmeyin !. Bu çöpleri zenginleştirmek ve de yepyeni ticari ve bilimsel değerler katmak mümkündür.. Kurun tesisinizi babalar gibi !. Biz bütün atıklarımızı vallahi taşırız seve seve.. Siz de bizim çöpümüzde oynarken, bulacağınız boncukları değerlendirir hatta irileştirir köşeyi dönersiniz yine babalar gibi !.. Teklif bizden !.. Eh o zaman, açın Toroslarda da bir çukur. Biraz büyükçe tutun. Sen, ben bütün nükleer dostlar doldururuz onu merak etmeyin !” “Bu kadarı da olmaz canım, bizi bu kadar mı çok seviyorlar !” demeyin..
Vallahi parlak fikir.. Ucunda para var teknoloji var.. Bilirsiniz “kefen parası” çok önemlidir halk arasında.. Al sana kilometrelerce kefen parası.. Değil mi ama ?.. Düz Amerikalının da sıradan Avrupalının da kıyametleri kopardığı bu çukurları, cefakar ve kadirşinas Türk halkı bağrına basar, dünyayı kurtaran adamlığa soyunur bence... Ya sizce ?.. Sıradan bir yasa 40, 50 sayfaya ancak sığarken ve de bizim gibiler bir “nükleer enerji” yasasını hiç beklemezken üç sayfacık 11 madde ile, oldu da bitti maşallahlara getirilen “nükleer santral kullanma kılavuzu” kılıklı yasamız hayırlı olsun..
Alternatif yada temiz kaynaklar diyebileceğimiz, sözgelimi Avrupa’nın tümü ile bile karşılaştırılabilecek değerde zenginliklerimizin varlığı su götürmez. Yoktur diyen insanlık hainidir. Bütün bu kaynaklarla sağlıklı ve dengeli yaşamayı türlü nedenlerle beceremeyip ve de çaresiz kaldığımıza inandırılıp bu ilaca başvurmamız isteniyor. Hani, bir organı kurtardığı söylenip diğerlerini haşat eden, yan etkileri dehşet veren ilaçlar vardır ya, bence bu; kendisini ilaç sanan kullanma kılavuzu ve getirecekleri de da tıpkı o acı ilaçlar gibi.. Allah kullanmaya mecbur etmesin diyorum..