KYOTO   SAFSATASI

İnternet ve diğer haberleşme kolaylıkları sayesinde toplumlar arası yoğun bir etkileşme olmaktadır. Toplumların gelişmesi de bu sayede hız kazanmıştır. Ne yazık ki bu etkileşme ve gelişme; serbestçe ve kendi halinde değil, kukla olduklarının bir türlü farkına varamayan “entelektüel” kesimin küreselleşme sürecinde dünyayı yöneten sermayenin manupulasyonu altında olmaktadır. Tahsilli olan bu kesim, hızlı yaşamakta ve düşünmeye zaman bulamamaktadır.

Konu hakkında bilgisi olmadığı halde fikri vardır ve her dünya kurtarma operasyonunun gönüllü katılımcısıdır. Bu kesimin en belirgin özelliği söylenen herşeyi doğru kabul etmesidir.  Aslında sadece yarı cahil olan bu kütleye akademisyenlerde bolca destek vermektedir. Bu sayede maalesef toplumun diğer kesimlerini de peşlerinden sürükleyecek kadar etkilidirler. 

KYOTO protokolunu ele alalım. ABD,  TC ve birkaç başka küçük ülke dışında tüm dünya imzalamış ve taahhüt altına girmiş. Zamanı gelince karbondioksit salınımını sınırlayacak yatırımları yapacaklar. Nedir bu yatırımlar? Kazancı başta ABD batının cebine akacak çok ileri düzey tedbirler. Bacalara CO2 emen sistemler takılması ile başlayıp nükleer enerjinin kullanılmasına varan bir sürü dayatma bu protokolde yer almakta. İmzalayanlar ile ancak % 55 oran yakalanmış Türkiye ve diğer birkaç küçük tropik bölge ülkesi için % 5 çıkarılırsa geri kalan % 40 CO2 salınımını tek başına ABD yaptığı anlaşılır. Protokolü imzalamıyor ama destekliyorum diyor! 

Avrupanın zenginleri stabil hale gelmişler CO2 salan işleri tasfiye etmişler, büyük oranda güneşten istifadeye gidiyorlar, Lafarge vs firmalar çimentolarını artık bizde üretip egzozunu bize bırakıyorlar vs vs. Kısaca bu batının işine geliyor. Diğer küçük ülkerlerde imzalamış zira paylarına düşen ve tüketemedikleri CO2 kotalarını satabilecekler.  Bizim hükümetimiz imzalanması yönünde telkinle yasa taslağını geçtiğimiz Haziran Meclise sevk etti. Tüm ülke yukarıdaki baskılarla CO2 düşmanı kesildi ve tüm fosil yakıtlar lanetlendi.

Küresel ısınma da bu gazın başına dolandı hatta kuraklık faturası bile bu gaza kesiliyor. Bakalım gerçek nedir. 

1.    Karbon dioksit bir zenginliktir en ağır gazdır dibe çöker, su tafından emilir okyanuslar en büyük depodur. Güneş ve klorofille 24 saat birarada olduğu için habire selüloz ve oksijene dönüşür.  Isı artarsa ya da gaz yoğunluğu artarsa nebati büyüme yani yukarıda anlatılan fotosentez hızlanır bazı durumlarda büyüme % 50 artmaktadır. Bu bir zenginliktir. Okyanuslarda planktonların varlığı hızla artarken balina ve diğer okyanus canlıları bol gıdaya ve oksijene kavuşur. Balıklar çoğalır bizde nasibimizi alırız. Yani müthiş bir gıda zincirini tetiklemiş olursunuz.  Bir başka yönü ise Karbon dioksitin 1000 ppm olduğu şartlarda su da planktonlar gelişme hızlarını çok artırmaktalar ve bu biolojik kütleden dönümde 20 ton bio diesel üretilebilmektedir yılda. Bu saha da yatırım sahibi olan ABD sayesinde olsa gerek Kyoto protokolünde Bio dizel kullanılması özendirilecek ibaresi var sanki o yanınca karbon dioksit salmıyor!

2.    Karbon dioksit salınımının dünyada yıllık bir trilyon ton karbon yakılması sonuçu olduğunu kabul edelim. Demek ki hesap şöyle yapılacak: 1012 ton x 22.4 L/mol x 10 -3 m3/L x 1/12 g/mol x 10-6 ton/g x 1/ 365 gün = 5.1 x 10 12 m³/gün Yani her gün atmosfere 5 trilyon m³ CO2 atılacak.  Atmosferin hacmi 594 x 1018 m³ olduğuna göre günlük deşarj : 5.1 x1012x100 / 594 x 1018 = 0.86 x 10 -6 yani milyonda birin altında. Günlük olarak sarf da var, sonuç; CO2 salınımı gezegenimiz için bir risk değildir. Sadece Kyota dayatmasına bir kılıftır. Düşünsenize bu işi organize eden ABD taahhüt dışında kalıyor!

3.    Küresel ısınma nedir neden olmaktadır? Son yüz elli yıl içinde dünya sıcaklık ortalamasının karbon dioksit yüzünden 0.8 derece arttığı söyleniyor. Son iki yılın kuraklığı da buna bağlanıyor. Kutuplardaki buzulların erimesini de bu sıcaklık  artıran karbon dioksite bağlıyorlar. Bu doğru değildir.

4.    Kleopatra zamanında Kahire ve Tarsus liman kenti imiş Zaten sfenks ve piramitlerin yapımı için Güney Mısır’dan taşlar gemi ile getirilmiş. Sfenksin yanında liman ve o günlerden kalma birde tekne var. Daha sonra dünya günümüze kadar gelen şu iki bin küsür yılda soğumuş. Şimdi kimbilir hangi sebepten ısısı artmakta. Ama bu kesin karbondioksitten değildir! Buzulların erimeside 0.8 derecelik ısı artmasından değildir.  UV; B ve C bantları ozon tabaksının zayıf olduğu Kuzey Kutbundan girerek taşıdıkları yüksek enerji ile buzulları eritmektedir. Ozon delik olmasaydı sağladığı yüksek kırılma indisi ile UV; B ve C bantlarını bükerek tekrar uzaya gönderebilecekti.

5.    Kuraklık konusuna da değinilecek olursa. Son yıllarda pek yağmur yağmadı ama büyük nehirlerde su var.  Yani kuraklık yağmurun yağmamasından değil mevcut suyumuzu böyle durumlarda değerlendirecek alt yapıyı yapmayışımızdan kaynaklanmaktadır.

Ziraatte ise hala salma ve yağmurlama sulama ile hem suyu verimsiz kullanıyor hem de tarlaların akan su ile fakirleşmesini seyrediyoruz. Damlama sulama bu olumsuzlukları ortadan kaldıracağı gibi ciddi enerji tasarrufuda sağlayacaktır. İşin özüne bir başka açıdan da bakabiliriz. Dünyada 10 ila 11 yıllık iklim değişikliği dönemleri vardır.  Hidrojenin (deteryum) helyuma füsyonu ile enerjisini üreten güneşimiz  yakıtı, yani deteryumu azaldığı zaman helyum hidrojen ters dönüşümünü yaptığı her 10 ila 11 yılda bir ilim değişikliğini tetikler. Biz halen böyle bir dönemin kuraklık kısmındayız. 

Meteoroloji verilerinden geriye gidilirse bu periodlar kolayca görülür. Ama maalesef entelektüel kesim inceleme yapmadan bilgi edinmeden kulaktan dolma sözlerle etrafı etkilemeye devam ederek CO2  salınım miktarlarını abartmış ve tabiatın eseri dönemsel kuraklığı bile ona bağlamıştır.

6.    Birkaç yıl önce Amerika bilim adamlarının buluşlarını yayınlamalarına sansür getirdi. Bu sayede bizim ve diğer hızlı toplumların  entellektüellerini istediği gibi “geliştirebilecektir”. Bu liste dahada uzatılabilir.

Sonuçta biz kömürümüzü çıkarıp yakalım. Bunu yaparken esas risk çevreye zehirli atıklar salmaktır. Toz halinde verimli yakılan kömür WESP teknolojisi  (ıslak elektrostatik filitreleme) ve desulfürüzasyon uygulaması ile baca gazları ile çevreye zarar vermez hale gelecektir. Elektrik üretiminden sonra geri dönen buhar çok çeşitli şekillerde değerlendirilebilir. Mesela yazları konserve fabrikalarında kışları konut ısıtılmasında ya da yaz kış bu enerjiyi kullanacak fabrikalarda avantaja dönüştürülerek su sarfı yada nehirlerin göllerin ısıtılmasının önüne geçilir. 

Bu yöne gitmek ve yapılacak yatırımın Türkiyede üretilecek ekipman ile yapılmasını sağlamak hedeflenmelidir.  Termik santral konusu Türkiye’de yeterli ciddiyetle ele alınmamıştır. Kömürümüz olduğu halde doğal gaz kolaylığına kaçılmış hem de bu kolaycılık çok riskli boyutlara ulaştırılmıştır.  Bu riskli duruma da kendi kaynaklarımızı kullanmayıp paramızı adeta dışarı atarak ulaştık.  İşin özü bu ülkenin politikası hep politikasızlık olmuştur. Sağlıklı bir enerji politikası üretilir ve diğer sahalarada örnek olur umarım.